Koray
New member
- Katılım
- 8 Mar 2024
- Mesajlar
- 274
- Puanları
- 0
Fasulye Hangi Ülkenin? — Bir Sofranın, Bir Hikâyenin, Bir Kalbin Hikayesi
Merhaba forumdaşlar,
Bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Öyle büyük destanlar gibi değil; küçük bir köy mutfağında, tencerede kaynayan bir hikâye. İçinde buhar, toprak kokusu, biraz tuz, biraz da kalp var. Çünkü bazen bir tabak fasulye, sadece bir yemek değil, bir kültürün, bir sevdanın, bir kimliğin hikâyesidir.
---
Bir Köyde Başlayan Soru
Erzurum’un serin bir köyünde, soba çıtırdıyor, dışarıda kar yavaş yavaş yağıyordu. O akşam köy kahvesinde, Ali Usta elindeki tespihi çevirirken birden sordu:
“Ya hele söyleyin, fasulye hangi ülkenin yemeği sayılır?”
Bir an sessizlik oldu. Herkes birbirine baktı. Soru basit görünüyordu ama cevabı kolay değildi. Kahvede oturanlardan kimisi, “Bizimdir!” dedi. Kimisi, “Yok canım, Orta Amerika’dan gelmiş!” diye karşılık verdi. O sırada köyün öğretmeni Elif Hanım, gülümseyerek çayını karıştırdı:
“Belki de fasulye kimsenin değildir, Ali Usta. Belki de herkesindir.”
O anda kahvenin içindeki hava değişti. Bu küçük tartışma, kısa sürede büyük bir sohbete dönüştü.
---
Ali Usta: Çözüm Arayan, Kök Peşinde Bir Erkek
Ali Usta, köyün en eski marangozuydu. Ne iş yaparsa yapsın, düzenli, planlı, çözüm odaklıydı. O akşamki soruyu da öyle rastgele sormamıştı. Çünkü köydeki gençler artık hazır yemeklere alışmış, tarladaki fasulyeyi “yoksul yemeği” diye küçümsemeye başlamıştı.
“Biz fasulyeyi kaybetmeyelim,” diyordu kendi kendine. “Bir millet, kendi tenceresini unutursa, tarihini de unutur.”
Ertesi gün erkenden kalktı. Sobayı yaktı, masasına eski bir defter koydu. Üzerine büyük harflerle yazdı: FASULYENİN YOLCULUĞU.
Köyün yaşlılarını, kadınlarını, çocuklarını teker teker dinledi. Kiminin hatırladığı anne fasulyesi vardı, kiminin göç yıllarında yanına aldığı kuru fasulye torbası… Ali Usta bu hikâyeleri not etti. Onun için fasulye artık bir yemek değil, bir bellekti.
---
Elif Hanım: Empatiyle Harmanlanan Bir Sofra
Köyün öğretmeni Elif Hanım, Ali Usta’nın araştırmasını duyunca onun yanına uğradı. Elinde bir tencere vardı.
“Bu da annemin tarifidir,” dedi. “Annem Yugoslavya’dan göç etmişti. Fasulyeyi o da yapardı ama bizimkinden farklı. İçine biraz şeker katardı, tatlımsı olurdu.”
Ali Usta şaşırdı:
“Şeker mi? Fasulyeye?”
“Evet,” dedi Elif Hanım, gülerek. “Çünkü onun için fasulye, yoksullukta bile umudu tatlandırmanın yoluydu.”
İşte o anda, Ali Usta anladı: Fasulye bir ülkenin değil, insanların hikâyesiydi. Elif Hanım’ın empatik bakışı, bu hikâyeye yeni bir anlam kattı. O sadece fasulyenin nereden geldiğini değil, kimlerin kalbinde nasıl kök saldığını da anlatıyordu.
---
Bir Tencerede Birleşen Dünyalar
Günler geçti, Ali Usta’nın defteri doldu. Herkesin bir fasulye hikâyesi vardı:
Bir kadın, evladına sıcak yemek bırakabilmek için sabahlara kadar tencere karıştırmıştı.
Bir adam, askerde annesinin fasulyesinin kokusunu unutamamıştı.
Bir çocuk, annesiyle birlikte bahçeye ektiği fasulyeleri ilk kez yeşerirken görmüştü.
Köyün her evi, bir ülke gibiydi artık. Farklı ama aynı tencerenin buharında birleşen hikâyeler…
Bir akşam Elif Hanım, köy meydanında bir etkinlik düzenlemeyi önerdi:
“Adını ‘Fasulye Gecesi’ koyalım. Herkes kendi fasulyesini getirsin. Kimseye ait olmayan ama herkesi birleştiren bir yemekle buluşalım.”
Ali Usta düşündü. Bu, onun için sadece bir etkinlik değil, bir stratejiydi. Gelenekseli korurken, birlik duygusunu yeniden inşa etmenin bir yoluydu. “Tamam,” dedi. “Ama sadece yemek değil, hikâyeleri de anlatalım.”
---
Fasulye Gecesi: Bir Sofranın Altında Birleşen Kalpler
O gece köy meydanı ışıl ışıldı. Her evden bir tencere fasulye geldi: Kuru, taze, etli, etsiz, domatesli, acılı… Her biri farklı ama aynı kokuydu: insanlık kokusu.
Elif Hanım sahneye çıktı ve gülümseyerek konuştu:
“Belki fasulye Orta Amerika’dan geldi, belki binlerce kilometre öteden... Ama şimdi bu köyde, bu sofrada, hepimizin.”
Ali Usta arkasından ekledi:
“Demek ki mesele fasulyenin hangi ülkenin olduğu değil, bizde hangi duyguyu yeşerttiğidir.”
İnsanlar birbirlerine baktılar. Yüzlerde bir huzur vardı. Kadınlar, erkekler, çocuklar... herkes aynı yemeği yerken, farklı geçmişlerden gelen duygular birbirine karıştı.
---
Bir Yemekten Fazlası: Kimlik, Aidiyet ve Empati
Ertesi gün köyde herkesin dilinde aynı cümle vardı: “Fasulye bizimdir.”
Ama “bizim” derken artık milliyetçi bir iddia değil, paylaşımcı bir duygu vardı.
Elif Hanım’ın empatisi, Ali Usta’nın çözüm odaklı kararlılığıyla birleşmişti. Kadınlar sofraya duyguyu, erkekler yapıya katkı vermişti. Ve ortaya çıkan şey, sadece bir yemek değil, birlikte yaşamanın yeni bir tanımıydı.
Fasulye, artık bir ülkenin değil; bir insanlığın ortak değeriydi. Çünkü o tencerenin içinde kimse ayrı değildi: Göçmen vardı, köylü vardı, anne vardı, asker vardı, çocuk vardı... Hepsi aynı buharda pişmişti.
---
Forumdaşlara Sorular
- Sizce bir yemeğin “kime ait” olduğu, gerçekten önemli mi? Yoksa onu paylaşmak mı asıl aidiyet yaratır?
- Erkeklerin çözümcü, kadınların empatik yönleri birleştiğinde toplum nasıl bir sofra kurabilir?
- Kendi ailenizde, sizi bir araya getiren “ortak yemek” hangisidir?
- Bir yemek hikâyesi, kimliğinizi ya da geçmişinizi hatırlatıyor mu?
---
Son Söz: Bir Tabağın İçinde İnsanlık
Belki fasulye Brezilya’da doğdu, belki Anadolu’da can buldu. Ama şimdi dünyanın her yerinde aynı şeyi hatırlatıyor: Bir tabak yemek, bazen insanları birbirine bağlayan en güçlü köprüdür.
Ali Usta’nın aklıyla Elif Hanım’ın kalbi birleştiğinde, o köy bir kez daha öğrendi: Fasulyenin ülkesi değil, insanın vicdanı önemlidir. Çünkü gerçek aidiyet, toprağın değil, kalbin verdiği bir kimliktir.
Ve o günden sonra köyün kahvesinde kimse “Fasulye hangi ülkenin?” diye sormadı. Çünkü herkes artık biliyordu — fasulye, bizim hikâyemizdi.
Merhaba forumdaşlar,
Bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Öyle büyük destanlar gibi değil; küçük bir köy mutfağında, tencerede kaynayan bir hikâye. İçinde buhar, toprak kokusu, biraz tuz, biraz da kalp var. Çünkü bazen bir tabak fasulye, sadece bir yemek değil, bir kültürün, bir sevdanın, bir kimliğin hikâyesidir.
---
Bir Köyde Başlayan Soru
Erzurum’un serin bir köyünde, soba çıtırdıyor, dışarıda kar yavaş yavaş yağıyordu. O akşam köy kahvesinde, Ali Usta elindeki tespihi çevirirken birden sordu:
“Ya hele söyleyin, fasulye hangi ülkenin yemeği sayılır?”
Bir an sessizlik oldu. Herkes birbirine baktı. Soru basit görünüyordu ama cevabı kolay değildi. Kahvede oturanlardan kimisi, “Bizimdir!” dedi. Kimisi, “Yok canım, Orta Amerika’dan gelmiş!” diye karşılık verdi. O sırada köyün öğretmeni Elif Hanım, gülümseyerek çayını karıştırdı:
“Belki de fasulye kimsenin değildir, Ali Usta. Belki de herkesindir.”
O anda kahvenin içindeki hava değişti. Bu küçük tartışma, kısa sürede büyük bir sohbete dönüştü.
---
Ali Usta: Çözüm Arayan, Kök Peşinde Bir Erkek
Ali Usta, köyün en eski marangozuydu. Ne iş yaparsa yapsın, düzenli, planlı, çözüm odaklıydı. O akşamki soruyu da öyle rastgele sormamıştı. Çünkü köydeki gençler artık hazır yemeklere alışmış, tarladaki fasulyeyi “yoksul yemeği” diye küçümsemeye başlamıştı.
“Biz fasulyeyi kaybetmeyelim,” diyordu kendi kendine. “Bir millet, kendi tenceresini unutursa, tarihini de unutur.”
Ertesi gün erkenden kalktı. Sobayı yaktı, masasına eski bir defter koydu. Üzerine büyük harflerle yazdı: FASULYENİN YOLCULUĞU.
Köyün yaşlılarını, kadınlarını, çocuklarını teker teker dinledi. Kiminin hatırladığı anne fasulyesi vardı, kiminin göç yıllarında yanına aldığı kuru fasulye torbası… Ali Usta bu hikâyeleri not etti. Onun için fasulye artık bir yemek değil, bir bellekti.
---
Elif Hanım: Empatiyle Harmanlanan Bir Sofra
Köyün öğretmeni Elif Hanım, Ali Usta’nın araştırmasını duyunca onun yanına uğradı. Elinde bir tencere vardı.
“Bu da annemin tarifidir,” dedi. “Annem Yugoslavya’dan göç etmişti. Fasulyeyi o da yapardı ama bizimkinden farklı. İçine biraz şeker katardı, tatlımsı olurdu.”
Ali Usta şaşırdı:
“Şeker mi? Fasulyeye?”
“Evet,” dedi Elif Hanım, gülerek. “Çünkü onun için fasulye, yoksullukta bile umudu tatlandırmanın yoluydu.”
İşte o anda, Ali Usta anladı: Fasulye bir ülkenin değil, insanların hikâyesiydi. Elif Hanım’ın empatik bakışı, bu hikâyeye yeni bir anlam kattı. O sadece fasulyenin nereden geldiğini değil, kimlerin kalbinde nasıl kök saldığını da anlatıyordu.
---
Bir Tencerede Birleşen Dünyalar
Günler geçti, Ali Usta’nın defteri doldu. Herkesin bir fasulye hikâyesi vardı:
Bir kadın, evladına sıcak yemek bırakabilmek için sabahlara kadar tencere karıştırmıştı.
Bir adam, askerde annesinin fasulyesinin kokusunu unutamamıştı.
Bir çocuk, annesiyle birlikte bahçeye ektiği fasulyeleri ilk kez yeşerirken görmüştü.
Köyün her evi, bir ülke gibiydi artık. Farklı ama aynı tencerenin buharında birleşen hikâyeler…
Bir akşam Elif Hanım, köy meydanında bir etkinlik düzenlemeyi önerdi:
“Adını ‘Fasulye Gecesi’ koyalım. Herkes kendi fasulyesini getirsin. Kimseye ait olmayan ama herkesi birleştiren bir yemekle buluşalım.”
Ali Usta düşündü. Bu, onun için sadece bir etkinlik değil, bir stratejiydi. Gelenekseli korurken, birlik duygusunu yeniden inşa etmenin bir yoluydu. “Tamam,” dedi. “Ama sadece yemek değil, hikâyeleri de anlatalım.”
---
Fasulye Gecesi: Bir Sofranın Altında Birleşen Kalpler
O gece köy meydanı ışıl ışıldı. Her evden bir tencere fasulye geldi: Kuru, taze, etli, etsiz, domatesli, acılı… Her biri farklı ama aynı kokuydu: insanlık kokusu.
Elif Hanım sahneye çıktı ve gülümseyerek konuştu:
“Belki fasulye Orta Amerika’dan geldi, belki binlerce kilometre öteden... Ama şimdi bu köyde, bu sofrada, hepimizin.”
Ali Usta arkasından ekledi:
“Demek ki mesele fasulyenin hangi ülkenin olduğu değil, bizde hangi duyguyu yeşerttiğidir.”
İnsanlar birbirlerine baktılar. Yüzlerde bir huzur vardı. Kadınlar, erkekler, çocuklar... herkes aynı yemeği yerken, farklı geçmişlerden gelen duygular birbirine karıştı.
---
Bir Yemekten Fazlası: Kimlik, Aidiyet ve Empati
Ertesi gün köyde herkesin dilinde aynı cümle vardı: “Fasulye bizimdir.”
Ama “bizim” derken artık milliyetçi bir iddia değil, paylaşımcı bir duygu vardı.
Elif Hanım’ın empatisi, Ali Usta’nın çözüm odaklı kararlılığıyla birleşmişti. Kadınlar sofraya duyguyu, erkekler yapıya katkı vermişti. Ve ortaya çıkan şey, sadece bir yemek değil, birlikte yaşamanın yeni bir tanımıydı.
Fasulye, artık bir ülkenin değil; bir insanlığın ortak değeriydi. Çünkü o tencerenin içinde kimse ayrı değildi: Göçmen vardı, köylü vardı, anne vardı, asker vardı, çocuk vardı... Hepsi aynı buharda pişmişti.
---
Forumdaşlara Sorular
- Sizce bir yemeğin “kime ait” olduğu, gerçekten önemli mi? Yoksa onu paylaşmak mı asıl aidiyet yaratır?
- Erkeklerin çözümcü, kadınların empatik yönleri birleştiğinde toplum nasıl bir sofra kurabilir?
- Kendi ailenizde, sizi bir araya getiren “ortak yemek” hangisidir?
- Bir yemek hikâyesi, kimliğinizi ya da geçmişinizi hatırlatıyor mu?
---
Son Söz: Bir Tabağın İçinde İnsanlık
Belki fasulye Brezilya’da doğdu, belki Anadolu’da can buldu. Ama şimdi dünyanın her yerinde aynı şeyi hatırlatıyor: Bir tabak yemek, bazen insanları birbirine bağlayan en güçlü köprüdür.
Ali Usta’nın aklıyla Elif Hanım’ın kalbi birleştiğinde, o köy bir kez daha öğrendi: Fasulyenin ülkesi değil, insanın vicdanı önemlidir. Çünkü gerçek aidiyet, toprağın değil, kalbin verdiği bir kimliktir.
Ve o günden sonra köyün kahvesinde kimse “Fasulye hangi ülkenin?” diye sormadı. Çünkü herkes artık biliyordu — fasulye, bizim hikâyemizdi.